DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM grup toplantısında gündemi değerlendirdi.
Bakırhan'ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
"1 Ekim’de açılan yeni yasama yılıyla birlikte toplumun gözü kulağı Meclis’e çevrilmiş durumda. Son bir yılda çözüm ve barış adına önemli anlara tanıklık ettik; bu gelişmeler, çatışmanın değil siyasetin konuştuğu yeni bir dönemin kapısını araladı. Meclis çatısı altında kurulan komisyon bu sürecin önemli bir zemini olarak öne çıktı. Komisyon, bir asırdır ülke gündeminden düşmeyen ve son elli yılda büyük acılar yaşatan bir meseleyi ele alıyor.
Komisyonda dinlediğimiz tüm davetlilerin, farklı perspektiflerden gelseler de ortak bir vurgusu vardı: “Çözüm olmalı, ölümler sona ermeli.” Eski Meclis Başkanları umut hakkının ve eşit yurttaşlığın şart olduğunu vurgularken; akademisyenler, bu meselede kök nedenlere inilmesi ve zihniyetin değişmesi gerektiğinin altını çizdi. Ekonomi kuruluşları mevcut eşitsizliğin giderilmesi gerektiğini belirtirken; hukukçular ise bu dönemin yeni bir toplumsal sözleşmeye vesile olması gerektiğine işaret etti. Tüm bu taleplerin en net ve acı ifadesi ise yüreği yanan ailelerden geldi; hemen hemen katılan bütün aileler “Artık yeter, çözüm gelsin.” dedi. Biz de yüreği yanan annelerin beklentilerini karşılayacak bir çalışma içinde olacağız.
Evet, insanlar artık barışı istiyor; anneler evlatlarına kavuşmak istiyor. Çünkü savaş veda, barış kavuşmaktır.
Komisyon dinlemeleri çok kıymetli; toplum, bir dinlemeyi daha bekliyor: Sayın Öcalan’ın dinlenmesi. Sayın Öcalan konuştukça çözüm zemininin güçlendiğine, sunduğu barış perspektifiyle süreci aydınlattığına hepimiz şahidiz. Yüz yıllık bir meselenin çözümünü konuşurken ürkeklik olmaz; cesur olmalı, önyargılarımızı bir kenara bırakmalıyız. Komisyonun Sayın Öcalan’la görüşmesini tabulaştırmamalıyız; demokrasiler tabularla değil, demokratik müzakerelerle gelişir.
Halk, Meclis’in dertlere deva, yaralara merhem olmasını bekliyor. Meclis’ten AİHM kararlarına uyan ve milletin iradesini yansıtan düzenlemeler isteniyor; gözler, Demirtaş ile Yüksekdağ’ın özgür kalmasını bekleyen adımlarda. Kimse unutmasın ki bu Meclis’in omuzlarında bir yılın değil, yüz yıllık geleceğin tarihî sorumluluğu var. Bu yılın Meclis’i, ilk Meclis kadar önemlidir; demokratik müzakereyle demokratik cumhuriyeti inşa etme göreviyle karşı karşıyadır.
Türkiye’nin yüzde 95’inden fazlasını temsil eden Meclis’e sesleniyoruz: Bu yıl herhangi bir yıl değildir. Bu bağlamda çağrımız açıktır; gelin, bu yasama yılını Türkiye tarihinin “çözüm yılı” yapalım.
Değerli arkadaşlar, bize hep soruyorlar: DEM Parti ne istiyor, DEM Parti’nin çözümü nedir? Bunu çok açık ve sade bir dille anlatmaya çalışacağım. DEM Parti’nin sözü, yalnızca bir kesimin değil, tüm Türkiye’nin sözüdür. Bu ülkede yaşayan her yurttaş için adaletin, özgürlüğün ve eşitliğin temel taşlarını inşa etmekten bahsediyoruz.
Somut taleplerimiz şunlardır: Herkese aynı nazardan bakan ve herkesi kapsayan anayasal yurttaşlık istiyoruz. Keyfiliğin değil, hukukun üstünlüğünün esas alınmasını talep ediyoruz. Kayyımların değil, halk iradesinin esas kabul edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Söz, basın ve örgütlenme özgürlüğünün rahatça soluk aldığı bir kamusal alan istiyoruz. Anadilde eğitim hakkını talep ediyoruz. Yerelin sözünün duyulduğu, kararın yerinden filizlendiği bir demokrasinin hayat kurtarıcı olduğuna inanıyoruz. TMK, TCK ve infaz başta olmak üzere temel yasal düzenlemelerin acilen hayata geçirilmesinin Türkiye’ye nefes aldıracağını biliyoruz. Hakikat, adalet ve onarım eksenli bir geçiş dönemi yasası çağrısı yapıyoruz. Hasta ve siyasi tutsakların serbest bırakılmasının vicdanları rahatlatacağını söylüyoruz. Siyasi sebeplerle sürgünde bulunan arkadaşlarımızın bir an önce topraklarına kavuşmasını istiyoruz.
Bu talepler abartılı, uçuk ya da maksimalist değildir; çağdaş bir demokraside bulunması gereken asgari standartlardır. Bu düzenlemeler 86 milyonu ilgilendirir. Diyarbakır’da anadil özgürlüğü neyse, İstanbul’da adil yargı güvencesi odur; Trabzon’da ifade özgürlüğü neyse, Hakkari’de yerel kararlara katılma hakkı odur. Bunlar ayrı değil, aynı özgürlük ağacının dallarıdır; bir dal kırılırsa bütün ağaç yara alır.
Mardin’deki kayyım uygulamasının İstanbul’a nasıl sıçradığını hep birlikte gördük. Bugün Kürt’e, Ermeni’ye, Süryani’ye, Alevi’ye yapılan ayrımcılık, yarın herkesin kapısını çalar. Bu yüzden yerel demokrasi güçlendiğinde ve özgürlükler arttığında yalnızca bir bölge değil, bütün ülke kazanır. Kürtlerin hukuku tanındığında Türkiye demokratikleşir, Ortadoğu istikrara kavuşur. Hukukta eşitlik sağlandığında sadece bir grup değil, herkes rahat nefes alır; farklılıklara saygı kök saldığında toplumun tamamı özgürleşir.
Bize sıkça “DEM Parti ne istiyor?” diye soruyorlar, yanıtımızı verdik. Bir başka soru da sürekli karşımıza çıkıyor, “DEM Parti kimin tarafında?” Çözüm konuşulduğunda birileri bizi iktidardan yana göstermeye çalışıyor; seçim dönemlerinde ise başka bir partiye payanda gibi sunuyorlar. Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Biz halktan, emekçiden ve ezilenlerden yanayız. İki siyasal kutba sıkıştırılmak istenen toplumun nefesiyiz, sesiyiz, üçüncü yoluz.
Siyaset aklımız hem çözüm masasında imkân arar hem de meydanlarda adalet talep eder; ikisi de gereklidir, meşrudur ve haklıdır. Biz, hem konuşmayı hem de haksızlıklara karşı durmayı bilen bir gelenekten geliyoruz. Hem Diyarbakır’da hem İstanbul’da kayyım atanan belediyelerin önünde halk iradesini savunan da biziz, Meclis kürsüsünde arkadaşlarımızla birlikte barış yasalarını savunan da biziz. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine karşı en önde yürüyen kadınların yoldaşı biz olduk, başörtüsüyle kamusal alanda var olmak isteyen kadının mücadelesini de savunduk. Cudi’den Soma’ya, Munzur’dan Kaz Dağları’na uzanan bir hattız.
Türkiye’de barış, Suriye’de demokrasi ve Ortadoğu’da istikrarın en çok Türkiye ekonomisine yarayacağını söylüyoruz. Üç gün sonra, 17 Ekim’de “Dünya Yoksullukla Mücadele Günü”nü karşılayacağız; ne acıdır ki, Cumhuriyet’in yüz yılı içinde en yakıcı yoksulluğu bugünlerde yaşıyoruz. İnsanlar kesesindekini tüketti, birikimleri eridi; maaşlar yetersiz. Yoksulluk öyle bir seviyeye geldi ki, asgari ücret 22 bin TL iken açlık sınırı 28 bin TL’ye dayanmış durumda. Bu tabloda adaletten, eşitlikten, huzurdan, mutluluktan ve geleceğe umutla bakmaktan söz edebilir miyiz?
Yoksulluk sınırı 91 bin TL’yi aşmış; yani bir hanede dört kişi asgari ücretle çalışsa dahi yoksulluk sınırına yetişemiyor. Üç milyon aile elektrik desteği olmadan lambasını yakamıyor; 700 bin aile destek alamazsa ısınamıyor, tenceresinin altını bile yakamıyor. Gelir dağılımı adaleti iyice bozuldu; Türkiye, gelir eşitsizliğinde Avrupa birincisi. Her 10 kişiden ikisi yoksul, altısı borçlu. Artık Türkiye’de “zengin olmayan herkes yoksuldur” denecek bir manzara var.
Evet, biz DEM Parti olarak “barış” diyoruz; ama en önemli barışlardan birinin ekonomik barış olduğunu özellikle vurguluyoruz. Ekonomik barış, tüm barışların altyapısıdır. Ekonomik barışın yolu da tıpkı siyasal barışta olduğu gibi eşitliği ve adaleti tesis etmekten geçer."